1 Nisan 2025 Salı

TREN GARI 5.BÖLÜM

                                                     TREN GARI

            beşinci bölüm                                                   

 

Tren, bir sonraki istasyona yaklaşırken, içimdeki boşluk yine büyümeye başlamıştı. Her şeyin hızla geçip gitmesi, sanki bir günün sabahından geceye kadar süren bir rüya gibi… Geçmişimi hatırladım; o kaybolmuş anlar, o ihanetin yankıları hâlâ içimde çınlıyordu. Ama bir şey vardı; içimde bir yerlerde bir değişim başlamıştı. Her şeyin kaybolmuş olmadığını, bazen kaybolmanın da bir şeyleri bulmakla eşdeğer olduğunu anlamaya başlamıştım.

Işıklar, trenin pencere camlarında dans ederken, geçmişin izleri de daha belirginleşiyordu. O eski hatıraların gölgeleri biraz daha netleşmişti. Gözlerim, dışarıdaki karanlıkta kaybolan ışıklara takıldığında, bir şey fark ettim: Nehrin üzerindeki o silik ışıklar, karanlıkla nasıl bir oyun yapıyorsa, içimdeki boşlukla da aynı şekilde oynuyordu. Her kaybolan ışık, her kaybolan anı, aslında başka bir şeyin varlığını gösteriyordu.

Yolculuk, her geçen dakika biraz daha içsel bir hale geliyordu. Karşımdaki yolcuyu tekrar fark ettim. Artık gözlerine dikkatlice bakıyordum. O adam, bir şeyler arayan bir ruh gibi, dışarıya gözlerini dikmişti. Ama artık bana sadece bir yolcu gibi görünmüyordu. O, aynı zamanda bir yansıma, bir geçmişin parçasıydı. Gözleri, bir noktada kaybolmuş gibiydi ama yine de bir şeyleri görüyordu. Beni izlerken, bir anlığına gözlerinde bir anlam belirdi: Yalnızlık, insanın kendi iç yolculuğunun kaçınılmaz bir parçasıdır.

Ben de bu yolculuğun bir parçasıydım. Ama sanki son birkaç gündür, bu yolculuk sadece trenin hızıyla değil, aynı zamanda içimdeki yavaş ama derin dönüşümle de ilgiliydi. Tren, beni bir yere götürmüyordu; o iç yolculuğa doğru ilerlememi sağlıyordu. Gözlerim tekrar dışarı kaydı. Yolculuk devam ederken, içimdeki boşluk gittikçe derinleşiyordu ama aynı zamanda bir şeyler de şekilleniyordu.

Trenin hızı arttıkça, dışarıdaki manzara daha da silikleşiyor, kayboluyordu. Ama içimdeki duygular her geçen saniye daha net hale geliyordu. O kaybolan anılar, birer hatıra değil, birer öğretiye dönüşüyordu. Geçmişi ne kadar uzaklaştırmak istesem de, her geçen dakikada o geçmiş beni daha çok sarıyordu. Geçmişimle yüzleşmek, bir anlamda kendimi kabul etmekti.

Bir süre sonra, kendimi bir boşlukta hissettim. Tren, bir tür zaman tüneline dönüşmüş gibiydi. Yolcular hareket etmiyor, her şey donmuş gibiydi. Ama bir adım attığımda, o donmuşluk aniden kırılıyor, her şey yeniden hızlanıyordu. O an fark ettim ki, her şey birbirine bağlıydı. Tren, bir yandan hızla ilerlerken, bir yandan da beni geçmişimle, kaybolmuş anılarla ve içsel hesaplaşmalarımla baş başa bırakıyordu.

Bir yandan da, karşımdaki yolcunun hareketlerini gözlemeye başladım. O da bir şey arıyordu, ama neyi? Gözlerinde o kaybolmuşluk, içindeki boşluk var mıydı? Birbirimize bakarken, sanki aynı yolda, aynı kaybolmuşlukta ilerliyorduk. Gözlerimizdeki sessizlik, hiç konuşmadan her şeyi anlatıyordu. Kaybolduğumuzu düşündüğümüz anlar, aslında her şeyin daha da yakın olduğunu, anlamın hep yanımızda olduğunu gösteriyordu.

Tren bir istasyona daha yaklaşıyordu. Yolcular kalkmaya başladılar ama ben yine kalkmadım. İçimdeki huzur, bir başka boşlukla birleşmişti. Huzur, kaybolduğumun farkına varmamla başlayan bir şeydi. Sadece bir adım geri gitmek, bir şeyi görmeme, bir anı hatırlamama yardımcı oluyordu. Belki de kaybolmak, aslında bulmak içindi. Bazen bir şeyleri kaybetmeden, o kaybolmuş parçaları birleştirip bir bütün yapmak mümkün olamazdı.

İçimden bir şey fısıldıyordu: "Bazen, geçmişi kabul etmek, ilerlemenin tek yolu olur." Ve belki de, içimdeki boşluk, her şeyin tam olarak yerine oturduğu bir boşluktu. Bir anlığına gözlerim karşımdaki yolcuyu tekrar buldu. Şimdi, onun gözlerinde bir anlam vardı. Kaybolmuş gibiydi ama aynı zamanda daha çok şey görüyordu. Ve bir an, sadece o an için, kaybolmak ve bulmak arasındaki o ince çizgiyi çok iyi anlamıştım.

Yavaşça, trenin hareketiyle birlikte bir düşünce kafamda yankılandı: Kaybolmuşken, aslında bulmuş oluyorsun.

 

Zaman ilerledikçe trenin hızı yavaşladı. İçimdeki boşluk bir nebze olsun hafifledi, ama bir başka şey yerini almaya başladı. Gözlerim dışarıda, sabahın ilk ışıklarıyla yavaşça aydınlanan manzaraya kaydı. Gecenin karanlık sessizliği yerini hafif bir aydınlığa bırakıyordu. Bu geçiş bana bir şeyleri hatırlatıyordu. Havadaki soğuk, gece boyunca sıkı sıkıya sarıldığı toprağın üzerinden bir hüzün gibi geçiyor, ama sabahın taze havası o hüzne dokunuyordu.

Trenin penceresinden dışarıya baktım. Geceyi ve sabahı ayıran ince bir çizgi gibi, ufukta bir mavi, bir sarı belirmeye başlamıştı. Rüzgar, gece boyunca pek hissedilmemişti ama sabaha yaklaşırken serin bir nefes gibi sızıyordu. Havanın keskinliği, içinde bulunduğum ruh halini uyandırıyordu. İçimdeki sessizlik, artık bir huzura dönüşmüştü. Gözlerim, ilk ışıkların doğmaya başladığı ufuk çizgisine takıldığında, sanki bir şeyler uyanıyordu. Bir tür farkındalık... Gece yerini yeni bir şansa bırakıyordu.

Tren hala yol alıyordu. Ama o an fark ettim ki, bu yolculuk sadece bir mekânda geçmiyordu. Aynı zamanda bir iç yolculuktu. Geceyi ardımda bırakıp sabaha yaklaşırken, sanki yeni bir başlangıç hissiyle doluyordum. Gecenin karanlık boşluğu, yerini yeni bir güne bırakıyordu. Ve bu geçişte her şeyin anlamı yeniden şekilleniyordu.

Birkaç yolcu, sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açmaya başlamıştı. Yavaşça birbirlerine sessizce bakıyorlardı. Yolda devam eden herkes, yeni bir günle karşılaşmak üzereydi ama bir şey vardı. Bir şüphe, bir merak, bir belirsizlik. Ne kadar farklıydık, yine de bir noktada birbirimize benziyor gibiydik. Geceyi geride bırakıp sabaha doğru ilerliyorduk.

Sabahın taze havası içeriye sızarken, tüm dünya sanki bir an için durdu. Geçmişin yükleri, sabahın ilk ışıklarıyla silinmeye başlamıştı. Ne olursa olsun, yolculuk devam ediyordu. Geceyi ve karanlıklarını ardımda bırakırken, yeni bir günün, yeni bir başlangıcın arifesindeydim.

Ve sabah, her şeyin başladığı nokta gibi, bir umutla beni bekliyordu.

 

 

 

20 Kasım 2024 Çarşamba

DÜŞLER ARASINDA

Saatlerce düşünüyorum,
Zihnimde dönen düşünceler bir rüzgar gibi.
Bazen kayboluyor, bazen yol gösteriyor,
Her an bir belirsizlik ama umut dolu.

Gecenin hüznü sarmış bedenleri,
Yavaşça çekiliyor, yerini sessizliğe bırakıyor.
Bir rüya görmek kadar heyecanlı,
Bazen uyanmak istemediğim bir düş gibi.

Sonbaharın sarı yaprakları düşerken,
Toprağa karışan her bir hatıra.
Zamanla birlikte kaybolan anlar,
Ama her kayıp, yeni bir başlangıçtır aslında.

Tomurcuk yağmur damlaları gibi,
Yeni umutlar büyür her damla ile.
Bazen yol uzun, bazen karanlık,
Ama her yağmur sonrası güneş doğar,
Ve her doğan güneşle yeni bir gün başlar

ÇİÇEK KOKULARI


Çiçek kokuları kaplamış bedenini,
Doyulmayan hislerin eşiğinde gezinir ruhun.
Düşüncelerinde büyür, bir dünya kurarsın,
Hayallerinde ona bir ev inşa edersin.

Koparmaya kıyamazsın,
Seyrine doyamazsın,
Her bir bakışı bir başka baharı müjdeler.
Yanında ister, kalbinde yaşatırsın,
Kelimeler yetmez onu tarif etmeye.

Geçilmez bir duvar örersin,
Gözlerden, ellerden uzak tutmak istersin.
Hiç kimse görmesin, bilmesin dersin,
Kıskanırsın...
Kendinden, hayattan, hatta yıldızlardan,
Gökyüzüne bile küser gibi olursun.

Bir nefes olur o, seni hayata bağlayan,
Bir ses olur, yüreğine yankılanan.
Korkarsın kaybetmekten, bir düş gibi uçup gitmesinden,
Ama çaresizce tutunursun düşlerine.

Her şeyde onu arar, izlerini sürersin,
Bulamazsan, hayalinde yeniden çizersin.
Geceler uzar, günler sensizleşir,
Her adımda onunla yürümek istersin.

Ve anlarsın, kalbinin sınırlarını aşmıştır,
Bir sevda değil artık bu, sonsuz bir evrendir.
Her an, her nefeste onunla var olmayı dilersin,
Bir ömür boyu değil, bir sonsuzluk istersin.

 

                                                       ONUR ÇALLI

  

TREN GARI 3.bölüm

Üçüncü Bölüm

Kapıların kapanmasıyla, trenin hızı hemen hissettirmeye başladı. Dışarıdaki manzara hızla silikleşirken, içimde bir boşluk beliriverdi. Bu boşluk, garın kalabalığının ardından sanki daha da derinleşmişti. Bir an, kendimi kaybolmuş gibi hissettim. Ne aradığımı bilmiyordum, neye doğru gittiğimi de. Ama yolculuk devam ediyordu, her şeyin hızla geçtiğini hissedebiliyordum.

Tren, monoton bir şekilde raylarda ilerlerken, içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Koltuklar arası dar bir mesafede birkaç yolcu daha vardı. Bir kadın, pencereden dışarıya bakıyor, gözlerinde bir dalgınlık vardı. Her bir hareketi, bir şeyleri anlatıyordu ama ben o şeyi anlamak için çok geç kalmıştım. Yanındaki kadının sürekli telefonuna bakması, beni daha çok rahatsız etti. O kadar çok şey vardı ki düşünmem gereken. Ama hepsinin bir şekilde birbirine bağlı olduğunu hissediyordum. Ya da belki, bu his sadece bir hayal ürünüdür.

Trenin içindeki sessizlik, bazen öylesine boğucu oluyordu ki, kulaklarımda yalnızca kendi nefesimi duyuyordum. Herkes bir şeyle meşguldü ama kimse kimseye dokunmuyordu. Biri parmaklarını pencerenin camına sürtüyor, dışarıdaki karanlıkla oyun oynuyordu. Bir diğeri, derin düşünceler içinde kendi iç dünyasında kaybolmuştu. O kadının, elindeki kitabı defalarca çevirmesi dikkatimi çekti. Sayfalar arasında gidip geliyordu ama hiçbir kelimeyi okumuyordu. Kitap sadece bir meşgale, bir kaçış aracıydı belki de.

İçimden bir şeyler geçiyordu, ama ne? Zihnimin içinde yankı yapan seslere kulak verdim: "Nereye gidiyorsun? Neden bu kadar yalnızsın?" Ama bu sorulara cevabım yoktu. Sadece önümü görebiliyordum, trenin ilerlediği yolu. Sanki, hayatımda her şey sabit, her şey bir yoldan geçiyor gibiydi. Her anı, bir öncekinden hiç farklı değildi.

Birden, trenin hızı bir tık daha arttı. Koltuklar arasındaki boşluk daraldı, başım hafifçe yana kaydı. O anda, gözlerim rastlantısal bir şekilde diğer yolcuların gözlerine kaydı. Kadın, bir süre önce gözlerimi bulmuştu ama şimdi bakışlarımız kesişmedi. O kadının yüzü, bir yansıma gibi belirdi zihnimde. Kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Ama neyi? Nedenini bilemediğim bir boşluk vardı. Kadın, çocuğa sarılarak kafasını eğdi. Arka sıradaki bir yolcu ise, saatine bakıp tekrar pencereye döndü. Herkesin bir yönü vardı, ama hiçbiri birbirini tanımıyordu. Bu yabancılaşma, beni daha da içine çekti.

Bir süre sonra, o kadının daha çok kaybolduğunu hissettim. Yavaşça yerinden kalktı, başını eğdi ve trende kayboldu. Gözlerim onun gidişini izledi. Hiçbir şey söylemedi, ama ben ne söylediğini duyabiliyordum. Bir zamanlar, ben de bir yolcu gibi kaybolmuştum. Kadın, sadece kısa bir iz bırakarak gitmişti. Bu iz, zihnimde derin bir yankı uyandırdı.

Tren, sabırla ilerliyordu. Arka sıradaki çocuk hala camı siliyor, elindeki parmakları camda bir iz bırakıyordu. Ve o iz, bana bir şeyler hatırlatıyordu. Sanki zamanın içinden bir parça, bir anı dönüp bana bakıyordu. Hızla değişen manzaralar, dışarıdaki bulanık görüntüler... Her şey birbiriyle örtüşüyordu.

Bir süre sonra, başka bir yolcu daha dikkatimi çekti. Ellerinde bir eski dergi vardı. Dergiyi açıp bir sayfa çevirdi. Bir an gözlerim dergiyi izledi ve dikkatle baktım. Ama gözlerim yakalamıştı, sanki derginin sayfaları bir anlam taşımıyordu. Belki de her sayfa bir kaybolmuş anıydı. Kafam karıştı. Her şey anlamını kaybetmiş gibiydi. Derginin arasına sıkıştırılmış eski bir fotoğraf, yavaşça yere düştü. Fotoğrafın kenarları kıvrılmıştı, bir zamanlar bir hikaye taşıyan anı şimdi boş bir görüntüye dönüşmüştü.

O an, trenin içinde bir tür ağırlık vardı. Bir şeyler yerini bulamamış gibiydi. Ne kadar yol alırsak alalım, aradığımız şey neydi? Nereye gitmemiz gerektiğini bilen yoktu. Tren ilerlerken, ruhumun içindeki boşluk daha da genişliyordu.

Bir süre sonra, kadın yanımdan geçti. Yavaşça, çekingen bir şekilde göz göze geldik. O an, yine bir şey hissediyordum. Onun da içsel bir kaybolmuşluk yaşadığını biliyordum. "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. Cevap veremedim. Nereye gittiğimi, kendim bile bilmiyordum. Ama o kadın, bu kadar kısa bir süre içinde, benden bir parça, bir şey bırakmıştı. Gülümsedi, ama bu gülümseme kısa sürdü. Hızla uzaklaştı, sanki yalnızlığını alıp gitmişti. Herkes bir figür gibi kayboluyordu, ama ne için? Kim için?

Tren, bir başka istasyona yaklaştı. Birçok yolcu yeni yerlerine gitmek için kalktı. Ama ben oturuyordum. Ne de olsa, yolculuk kendini anlatmıştı. Geriye tek bir şey kalmıştı: Ne kadar daha kaybolmam gerektiğini düşünmek.

     ONUR ÇALLI

 

TREN GARI 2.bölüm

                                                               

                                                             İkinci Bölüm

O an yansımama bakarken, yıllardır kaçtığım gerçeğin tam karşımda olduğunu hissettim. O gözler... Yorgun, küskün ama bir o kadar tanıdık. Bu kadar uzun zamandır kendimden kaçtığımın farkına varmam bir anda oldu. Zaman durmuş gibiydi. Gürültülü tren garı sessizliğe bürünmüş, yalnızca içimdeki uğultu kalmıştı.

Etrafımda birileri koşuşturuyordu. Bavullar tekerlekleriyle taş zeminde sürükleniyor, yüksek sesli duyurular kulakları dolduruyordu. Ama bu karmaşanın içinde tek duyduğum, zihnimin bana bağırdığı cümleydi: "Ne zamandır kendine bakmıyorsun?"

Adımlarım beni istemsizce ilerideki çıkış kapısına doğru yönlendirdi. Yavaşça garın dışına çıktım. Hava soğuktu, ama derin bir nefes alıp ciğerlerimi doldurdum. Yıllardır içimde taşıdığım yük bir anda daha ağırlaşmış gibiydi. O adamın gözlerindeki acıyı hissediyordum, çünkü onun taşıdığı her şeyi ben de taşıyordum. İkimiz aynı kişiydik, ama sanki birbirimizden habersiz yaşamıştık.

Dışarıda eski bir bank vardı. Yorgunlukla kendimi oraya bıraktım. Bir süre etrafıma bakındım. İnsanlar gelip geçiyor, kimse kimseyi fark etmiyordu. Garın hemen yanında küçük bir çaycı vardı. Bir bardak çay alıp tekrar oturdum. Çayın buharı yüzüme vururken, hayatımda ilk kez kendi hikayemi düşünmeye başladım.

Kaç yıldır bu kadar yorgundum? Kaç zamandır bu kadar kaybolmuştum? Tren yolculuğunda rastladığım o adamla göz göze geldiğimde, aslında kim olduğumu anlamıştım. Kendimle yeniden tanışmanın zamanı gelmişti.

Gözlerimi kapattım. İçimdeki sesler hâlâ susmuyordu. "Bu kadar yükü neden taşıyorsun?" diye sordu. Bilmiyordum. Belki alışkanlıktı, belki de bırakmaya cesaretim yoktu. Ama artık bırakmam gerektiğini hissediyordum. O bankta otururken kendime bir söz verdim: Kaçmak yerine yüzleşeceğim.

Çay bardağı elimde soğumuştu. Kalktım, tekrar tren garına doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde her şey biraz daha netleşmişti. Bu sefer yansımalara bakmadım, doğrudan panoya yöneldim. Bir tren seferi seçtim. Nereye gittiği umurumda değildi. Biliyordum ki yolculuğun asıl amacı gittiğin yer değil, bıraktığın yüklerden kurtulmaktı.

Ve o trenin beni bir yerlere değil, kendime götüreceğine inanıyordum.

 

TREN GARI

 

 Birinci Bölüm

 

Bazı kalpler vardır birbirine ait ve her daim birbirleri için atan öyle bir kalbe sevdalı yaşıyorum. Uzaktan uzağa seviyorum, önemli bir şairimizin dizelerinde söylediği gibi;

Kokunu alamadan

Boynuna sarılamadan

Sadece seviyorum

Elini tutmadan

Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden

Şu üç günlük sevdalara inat

Serserice değil adam gibi seviyorum

 

Durumumuzu özetleyen ve bir o kadar da içimi acıtan dizeler bunlar,  başta kullandığım bir kelime  (ait)  işte ben her zaman ait hissettim. Kalemimin ucundun çıkan her mürekkep damlası buna şahit, sayfalarca biriktirdiğim yıllarım şahit, her günüm ve her gecem buna şahit. Her birimiz zamanın kumlarında savrulan ruhlardan ibaretiz. Tüm zamanımızı mutluluklar biriktiriyor, acılar biriktiriyor ve en büyüğü umutlar yeşertiyoruz o toz taneleri içinde. Aslında açız bütün ruhlar bir şeye aç gözü doymayanlarımız var, ve küçücük bir kırıntıda bile mutlu olanlar da var.

Beş yıl önde bir tren seyahatinde bir adamla tanışmıştım şans eseri, bilmiyorum sizde denk geldiniz mi, birine baktığınızda az çok nasıl biri ne durumda olduğunu sezersiniz ya bende baktığımda sezmiştim uzun zamandır yollarda olduğunu sırtında bir çanta, saçları dağınık ve bakımsız gözleri pencereden dışarıya bakıyor  ama manzarayı seyretmiyor sanki camın önünde birine bakar gibi bakıyordu. Kısa süre tespitlerimi yaptıktan sonra bende kendi dünyama döndüm, pek iç açıcı bir dönemim de değildim o sıralarda. Kaçıyordum tam olarak neyden kaçtığımı bilmeden kaçıyordum, yaklaşık  beş buçuk saatlik yolculuğun ardından tren yavaşlamaya başladı o anda camdan dışarıya baktım nerede olduğumu bilmiyordum istediğim de buydu aslında eşyalarımı aldım ve ayağa kalktım tekrardan camdan dışarıya bakacağım sırada yansımadan o adamla göz göze geldim. Kaybolmuş bir şekilde bakıyor gibiydi gözlerinde acı vardı saf bir acı vücudunun her yerini kaplamış yardım ister gibi baktığını hissettim ama nasıl yardım edeceğimi bilmiyordum. O an düşündüm kendine yararın dokunmuyor bu acıyla nasıl baş edeceksin dedim, trenden bilmediğim bir yere adım attım.

Trene tekrar baktığımda adamı göremedim, indiğini düşünerek etrafıma bakındım endişeyle sanki yakın bir dostumu gözüm arar gibi arıyordum bulamadım. Çıkışın nerede olduğunu bilmiyordum kalabalığın ilerlediği yöne doğru yavaş adımlarla yürüyordum bende, tren garlarını bilirsiniz kocaman kapıları olur kimisi büyük camlı kimisi küçük ve çok camlı. Bu tren garı büyük camlı olanından eski kapılar cilaları çatlamış ama sağlam görünüyorlardı. Kapıdan içeriye girdiğim anda içim ürperdi eski yapılar her mevsim soğuk olurlar, muazzam bir uğultu var insanların sesleri birbirlerine karışarak yankılanıyor ve kulak yoruyordu. Tam çıkış kapısına yaklaştığım esnada tren garını neredeyse komple şerit halinde kaplayan duyuru panosu gözüme takıldı büyükçe camları vardı, yönümü oraya çevirdim tam iki adım attım ve gördüm.

Yansımada o adamı gördüm göz göze geldik gözünde o acıyı tekrar gördüm o adamın ben olduğumu o anda anlamıştım, her şey netleşti kendimden kaçtığımı anladım. Daha doğrusu kaçamadığımı anladım, uzun süre gözlerimin içine baktım ve ne kadar zamandır kendime bakmadığımı fark ettim. Tekrardan tanışmam gerektiğini anladım...

 

 

                                                                                  İkinci Bölüm...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

19 Ekim 2023 Perşembe

SIĞINAK

Sığındım ben sana 
Kalbine, ruhuna, dünyana
Dünyam karanlıktı göremiyordum.
Işığım oldun benim
Rehberim oldun, kaybolmuştum.
Savruluyordum, tuttun elimden
Bırakma..
Kendimden kaçıyordum, sen buldun beni 
Gördün onca karanlığın içinde sen gördün beni 
Yalnızdım, yalnızlığa sığınmıştım.
Gözlerinde gördüm geçmişi, geleceği.
Geçmişi gördüm acılarımı hatırladım
Geleceği gördüm acılarımı unuttum
Gerçeğim oldun.
Sahte hayatımı gerçeğinde topladım
Umut ektim yarınlarıma
Yarınlarım sen oldun.

30 Eylül 2023 Cumartesi

YARINLAR

Gözlerinde yaşamaya başlayacağım
Sesinde huzur bulacak,
Saçlarından ruhuma sinecek güneş ışığı
Seni dün sevdim, bugün seviyorum.
Yarınlar dolusu seveceğim.
Denizlerin bitmeyen dalgaları gibi
Ağaçların şarkı söylemesi,
Dünyanın dönmesi gibi.
Yağmurdan kaçan kuşlar gibi
Her günümde sana,
Huzura koşar gibi.

TREN GARI 5.BÖLÜM

                                                      TREN GARI             beşinci bölüm                                                   ...