Birinci Bölüm
Bazı kalpler vardır birbirine ait ve her daim birbirleri için atan öyle bir kalbe sevdalı yaşıyorum. Uzaktan uzağa seviyorum, önemli bir şairimizin dizelerinde söylediği gibi;
Kokunu alamadan
Boynuna sarılamadan
Sadece seviyorum
Elini tutmadan
Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
Şu üç günlük sevdalara inat
Serserice değil adam gibi seviyorum
Durumumuzu özetleyen ve bir o kadar da içimi acıtan dizeler bunlar, başta kullandığım bir kelime (ait) işte ben her zaman ait hissettim. Kalemimin ucundun çıkan her mürekkep damlası buna şahit, sayfalarca biriktirdiğim yıllarım şahit, her günüm ve her gecem buna şahit. Her birimiz zamanın kumlarında savrulan ruhlardan ibaretiz. Tüm zamanımızı mutluluklar biriktiriyor, acılar biriktiriyor ve en büyüğü umutlar yeşertiyoruz o toz taneleri içinde. Aslında açız bütün ruhlar bir şeye aç gözü doymayanlarımız var, ve küçücük bir kırıntıda bile mutlu olanlar da var.
Beş yıl önde bir tren seyahatinde bir adamla tanışmıştım şans eseri, bilmiyorum sizde denk geldiniz mi, birine baktığınızda az çok nasıl biri ne durumda olduğunu sezersiniz ya bende baktığımda sezmiştim uzun zamandır yollarda olduğunu sırtında bir çanta, saçları dağınık ve bakımsız gözleri pencereden dışarıya bakıyor ama manzarayı seyretmiyor sanki camın önünde birine bakar gibi bakıyordu. Kısa süre tespitlerimi yaptıktan sonra bende kendi dünyama döndüm, pek iç açıcı bir dönemim de değildim o sıralarda. Kaçıyordum tam olarak neyden kaçtığımı bilmeden kaçıyordum, yaklaşık beş buçuk saatlik yolculuğun ardından tren yavaşlamaya başladı o anda camdan dışarıya baktım nerede olduğumu bilmiyordum istediğim de buydu aslında eşyalarımı aldım ve ayağa kalktım tekrardan camdan dışarıya bakacağım sırada yansımadan o adamla göz göze geldim. Kaybolmuş bir şekilde bakıyor gibiydi gözlerinde acı vardı saf bir acı vücudunun her yerini kaplamış yardım ister gibi baktığını hissettim ama nasıl yardım edeceğimi bilmiyordum. O an düşündüm kendine yararın dokunmuyor bu acıyla nasıl baş edeceksin dedim, trenden bilmediğim bir yere adım attım.
Trene tekrar baktığımda adamı göremedim, indiğini düşünerek etrafıma bakındım endişeyle sanki yakın bir dostumu gözüm arar gibi arıyordum bulamadım. Çıkışın nerede olduğunu bilmiyordum kalabalığın ilerlediği yöne doğru yavaş adımlarla yürüyordum bende, tren garlarını bilirsiniz kocaman kapıları olur kimisi büyük camlı kimisi küçük ve çok camlı. Bu tren garı büyük camlı olanından eski kapılar cilaları çatlamış ama sağlam görünüyorlardı. Kapıdan içeriye girdiğim anda içim ürperdi eski yapılar her mevsim soğuk olurlar, muazzam bir uğultu var insanların sesleri birbirlerine karışarak yankılanıyor ve kulak yoruyordu. Tam çıkış kapısına yaklaştığım esnada tren garını neredeyse komple şerit halinde kaplayan duyuru panosu gözüme takıldı büyükçe camları vardı, yönümü oraya çevirdim tam iki adım attım ve gördüm.
Yansımada o adamı gördüm göz göze geldik gözünde o acıyı tekrar gördüm o adamın ben olduğumu o anda anlamıştım, her şey netleşti kendimden kaçtığımı anladım. Daha doğrusu kaçamadığımı anladım, uzun süre gözlerimin içine baktım ve ne kadar zamandır kendime bakmadığımı fark ettim. Tekrardan tanışmam gerektiğini anladım...
İkinci Bölüm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder